Lev Tolstoy'dan Hikâyeler
Lev Nikolayeviç Tolstoy
1928’de Rusya’da doğan
Tolstoy, hayatı boyunca birçok roman, deneme ve hikâye yazmıştır. Tolstoy’un
beni etkileyen bir yaşam öyküsü vardır. Bundan kısaca bahsetmek isterim. Çok
zengin ve soylu bir ailede doğan Tolstoy, henüz küçük yaşlarındayken anne ve
babasını kaybedip halalarının gözetimine girer. Halalarının yanında eğitimine
devam eder ancak üniversite eğitimini bitirmeden bırakır. Savaşlara katılıp
asker olur ve ilk eseri olan “Çocukluk” kitabını da savaş sırasında yazar.
Savaştan geri döner ve Sofya ile evlenir. Çok güzel bir evlilik yaşar, çok aşık
olduğunu söyler ve bu evlilikten çocukları olur.
Tolstoy, zengin ve soylu olmasına rağmen
malından ve mülkünden uzakta yaşar. Hayatının son zamanlarını yaşarken, tüm
sevdiklerini ve tüm mallarını geride bırakarak yollara çıkar. Evini, eşini ve
çocuklarını bırakıp yollara çıkmasının sebebi hakkında birçok teori söylense de
asıl amacının kendini ait hissettiği sadeliğe ulaşmak için olduğu düşünülüyor.
En sonunda ise çıktığı bu yollarda 1910 yılında hayatını kaybeder.
En nihayetinde bu yaşam, Tolstoy’un başta
Rus Edebiyatına daha sonra Dünya Edebiyatına paha biçilemez birçok eser
bırakmasına vesile olur.
Tolstoy’dan Hikâyeler
·
İnsan Ne ile Yaşar
Hikâyenin özeti;
İki çocuklu
ve oldukça yoksul bir ailenin babası olan Simon, kunduracıdır. Palto dahil
olmak üzere hiçbir malları yoktur. Simon, bir gün köylülerde olan borçlarını
isteyip palto satın almak için dışarı çıkar ancak ne borçlularından parasını
alabilir ne de paltoyu satıcısı taksit yapar. Bu yüzden eli boş bir şekilde
evin yolunu tutar. Dönüş yolunda türbenin kenarında çıplak vaziyette yatan bir
adam olduğunu fark eder. Tereddüt etse de adamın yanına gider ve adamla
tanışır. Adam kendisinin nasıl, neden ve kim tarafından bu şekilde
bırakıldığını söylemeden “Tanrı’nın verdiği cezayı çekiyorum” der. Simon,
çıplak adama ceketini vererek eve getirir.
Simon’ın eşi
hem palto satın alınmadığı için hem de kim olduğu bilinmeyen bir adam evlerine
geldiği için sinirlenir ancak kısa sürede merhamet eder ve son yemeklerini
misafirleriyle paylaşır. Mihael’in Dünya işleriyle ilgili bildiği pek bir şey
yoktur. Simon, ona kunduracılığı öğretir ve Mihael kısa sürede öğrenip çok iyi
bir kunduracı olur. Artık Mihael, Simon ve ailesiyle beraber yaşamaya başlar.
Bu sayede Simon ve ailesinin maddi durumu daha iyi hale gelir. Bir yıl sonra
bir gün soylu ve çok zengin bir adam kunduracılara gelir. Çok pahalı bir deri
verir ve bu deriyle uzun bir çizme yapılmasını ister. Simon, bu görevi Mihael’e
verir. Mihael, kısa sürede o deriden bir terlik çıkarır. Simon, ilk kez hata
yapan Mihael’e kızar ve bu yaptığına anlam veremez. Tam o sırada zengin adamın
uşağı gelir ve efendisinin öldüğünü ve efendisinin eşinin verdikleri deriyle terlik
yapmalarını istediğini söyler. Simon, Mihael’in yaptığı terlikleri alır ve
uşağa verir.
Mihael’in,
Simon ve ailesiyle tanıştığı zamandan 6 yıl geçtikten sonra bir kasın ve
yanında iki kız çocuğu gelir. Çocuklarını biri topaldı. Bu yüzden çocuğun iki
ayağından da ölçü alındır. Mihael o sırada anladı ki; bu iki çocuk, Mihael’in
Dünya’ya gönderilip ceza almasına sebep olan olaydaki çocuklar. Mihael’in ceza
almasına sebep olan olay şudur: Bir gün Tanrı, Mihael’i bir kadının canını
almak için Dünya’ya yollar. Kadın yeni doğum yaptığını ve çocukların babasının
iki gün önce vefat ettiğini, eğer o da ölürse çocukların hayatta kalamayacağını
söyledi. Mihael, kadına acıdı ve canını almadan Tanrı’ya geri döndü. Tanrı ise
Mihael’e yaptığının neden yanlış olduğunu öğrenmesi için Dünya’ya yolladı.
Mihael Dünya’da geçirdiği 6 yılda anladı ki; “İnsanlar yalnızca Tanrı ve
içlerinde ‘sevgi’ olmazsa yaşayamaz.” Çünkü bu iki çocuğa bakan annesi değil,
köyde yeni doğum yapan bir kadındı. Üstelik kadının kendi çocuğu vefat etmiş ve
bu iki hasta çocuk hayatta kalabilmişti. İki kız çocuğunun annesi ise doğum
yaptığı gün öldü ve yuvarlanıp kızlardan birinin topal olmasına sebep oldu. Tüm
bunların farkına varan Mihael’in artık cezası bitmişti ve tekrar melek olup
Dünya’dan ayrıldı.
Hikâye
yorumum;
Bence
hikâyeden çıkaracağımız çok net bir mesaj vardır. Tolstoy’un zamanında din
görüşleri tartışılsa dahi bu hikâyesinde “Tanrı inancı ve Tanrı ile kulu
arasındaki bağı” görebiliyoruz. Ayrıca bu hikâye, Mihael ile Simon
karşılaştıklarında arasındaki ilişki merhamet ilişkisiydi. Daha sonra Simon’ın
eşi başta kızsa bile daha sonra merhameti sayesinde Mihael’i hemen benimser. Bu
sayede maddi durumları iyileşir. İşte bu da “iyi insan” olmanın önemini
anlatır. Mihael’in dünyadaki birinci yılında karşılaştığı zengin ve soylu adam
kısmında ise kibirden bahsedilir. Oldukça kibirli olan adam eğer istediği gibi
bir çizme yapamazlarsa Simon’ı hapse atacağını söyler ancak kısa zaman içinde
öleceğinden haberi yoktur. Böylece bu hikâyede dini değerlerden ve insanın
yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan temel değerlerden bahsedilmektedir.
·
Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli
Hikâyenin
özeti;
Bir köyde dostça yaşayan iki komşu ailenin
babaları yaşlanıp aile yönetimini oğullarına bırakınca aralarından olmadık
sebeplerden tartışmalar olur. Zamanla bu tartışmalar büyür ve kavgaya dönüşür.
Kavgalar mahkemelere kadar taşınır ve bu iki ailenin amacını birbirlerinin
canını yakmak olur. Bir gün mahkemelerinin sonucunda bir aile için “meydanda
kırbaç” cezası gelir. Oğullardan ceza almayanın babası oğluna şöyle nasihat
eder: “Aranızdaki bu küslüğü bitirin, biz dost iki aileyiz, senelerdir
komşuyuz. Aranızdaki tartışmaları bitirip ‘ateşi kıvılcımken söndürün’” der.
Babasının söylediği nasihat mecaz değil gerçek anlamını taşımaya başlar.
Mahkemeyi kaybeden oğul, komşusunun evini ateşe verme kararı alır. Diğer oğul
ise bu ihtimale karşı nöbet tutarken komşusunu görür ve onun peşinden koşar. Bu
arada komşusu ateşi atar ve samanlar alev alır. Evi yanmaya başlayan oğul ateşi
söndürmek yerine komşusunun peşinden koşar ve bu arada komşusu tarafından
kafasına taş yer. Baygınlıktan uyandığında evini yanmış vaziyette babasını ise
ölüm döşeğinde görür. Babasıyla konuşmaya gider ve babası, ona son cümlelerini
kurar. Oğluna, küslüğünü önceden bitirmesi gerektiğini, ateşi henüz kıvılcımken
söndürmesi gerektiğini söyler. Bu sırada da hayata gözlerini yumar. Babası ölen
oğul, komşusundan öç almaz, onu şikâyet etmez. Köylüler sayesinde evini tekrar
kurar ve iki komşu aile tekrar aralarındaki dostluğu inşa eder.
Hikâye
yorumum;
Bu hikâye en
başta kinin ve nefretin güzel hisler olmadığını açıkça belirtiyor. Bu kin ve
nefret iki aileye de iftira atmak, kötü söz söylemek gibi kötülükler yaptırır.
Daha sonra ise kin ve nefrete kapılıp sadece öç almak için evinin yanmasını bir
an bile olsa gözden çıkarıp komşusunun peşinde onu yaralamaya gider. Bunun
yüzden evi yanar ve kullanılamaz hale gelir. Bundan kötüsü ise babası vefat
eder. Tüm bu olayları barındıran hikâye bize, karşımıza çıkan ilk engeli,
problemi, kini, nefreti, düğümü henüz başındayken halletmemiz gerektiğini
belirtir.
·
Üç Soru
Hikâyenin
özeti;
Bir gün bir kral “En önemli
işin, en önemli zamanın ve en önemli kişinin kim olduğunu” merak eder ve bunun
üzerine sarayına bilgileri davet ederek açıklama yapmalarını ister. Bilgelerin
yaptıkları açıklamaları dinler ancak hiçbiri mantıklı gelmez. Bunun sonucunda ise
kral, ismi duyulmuş ve sadece halktan insanları kabul ettiği bir ağaç kovuğunda
yaşan bir bilgeye gider.
Bilge, kral
halktan biriymiş gibi yanına geldiğinde toprağa tohum dikmekle meşguldür ancak
bilge cılız ve çelimsiz biri olduğu için her sefer kazma darbesinde çok
yorulur. Kral, bilgenin elinden kazmayı alır ve yardım eder. Bu sırada da
sorularını sorar. Bilge soruları cevaplamadan bir adam koşarak gelir ve kral
tüm gücüyle yaralı adama yardım eder. Herkes o gün boyunca çok yorulduğu için
uyuya kalır ve kral sabah uyandığında yaralı adamı baş ucunda bulur. Yaralı
adam, kraldan özürler diler çünkü yaralı adamın oraya gelmesinin sebebi kralı
öldürmektir. Kral, yaralı adamın kardeşini hapse atmıştır ve adam bunun öcünü
almak ister. Kral, geniş yüreklilik yapıp adamı affeder ve iş verir. Bu olay
çözüldüğünde kral, bilgeye soruları yeniler. Bilge ise krala sorularının
cevaplarını aldığını söyler. Bilge şu şekilde açıklar: “Senin bana acıyıp
yardım ettiğinde en önemli iş yardım etmekti, en önemli zaman yardım ettiğin
andı ve en önemli kişi bendim. Daha sonra yaralı adam geldi ve en önemli iş ile
en önemli zaman değişmedi en önemli kişi ise sendin. Kısacası en önemli kişi o
anı yaşayan kişidir, en önemli zaman o andır ve en önemli iş iyilik yapmaktır.
Hikâye yorumum;
Aslında bu
hikâyenin mesajını açık açık hem özetinde yazdım hem de hikâyeyi okurken açıkça
gördüm. Bu yüzden uzatmadan tek cümle halinde yazıyorum. “Dünyadaki en önemli
kişi o anı yaşayan kişidir, en önemli zaman o andır ve en önemli iş iyilik
yapmaktır.”
·
İnsana Ne Kadar Toprak Gerek
Hikâyenin
özeti;
Bir gün bir
adam bir fırsat yakalayıp kendi köyünden daha fazla toprak satın alır ve bu
toprağı işler, daha fazla para kazanmaya başlar. Daha sonra bir fırsat
yakalayarak başka bir köyden toprak satın alır ve o köyde yaşamaya başlamışken
birinden Başkurtların yaşadıkları yere gidip onların verimli arazisinden toprak
almasını söyler. Adam kabul eder ve Başkurtların yerine gider. Giderken
hediyeler de götürür. Başkurtlar hediyelerden çok memnun olduklarını söyler ve
karşılık vermek için arazilerinde bir gün içerisinde dolaşabildiği kadar alanı
bin ruble karşılığında vereceklerini söyler. Adam çok mutlu olur, ertesi gün
kalkar ve erkenden araziyi yürümeye başlar. Adam gittikçe gider, gördüğü
verimli yerleri arazisine almak için iyice uzaklaşır. Geri dönmeye başladığında
ise geciktiğini anlar bu yüzden daha hızlı koşar. Güneş batmadan son dakikada
yetişir ancak güneşten ve yorgunluktan o kadar fenalaşır ki ağzından kan
gelerek ölür. Başkurtlar adamın haline üzülse de yapacakları bir şey olmadığı
için adamı gömerler.
Hikâye yorumum;
Aç gözlü, orta
düzeyde maddi durumu olan bir adamın hep “daha fazla” toprak alma hırsı
yüzünden canından olmasını anlatan bir hikâyedir. Hikâyenin ismi henüz hikâyeyi
okumamışken çok mantıklı gelmese de hikâyeyi okuduktan sonra çok anlamlı hale
gelir. Bu Dünya için ne kadar çalışıp çabalasak da en sonunda gerekli olan
altına gömüleceğimiz bir karış topraktır. Bu hikâyeden azim ve hırs hakkında
çıkaracağımız bir anlam olmasa da gereksiz hırsın faydasızlığını görüyoruz.
·
Her Şeye Rağmen Sevgi
Hikâyenin
özeti;
Soylu bir
ailenin kızı, sevdiği insanın peşinden gitmek için evinden kaçar. Sevdiği adam
ise evli biridir ve soylu kız bu adamdan hamile kalır. Soylu kızın babası,
kızından utanarak evlatlıktan reddeder. Kızın kaçtığı yere şans eseri olarak
amcası atanır. Kızın sevdiği adam kızı terk eder ve kız yapayalnız ortada
kalır. Bunu gören yengesi kızın durumunu babasına anlatır. Baba sıcak bakmasa
da kızıyla konuşmak için bir gün bulunduğu eve gider. Bu ziyarette kızına karşı
yumuşar, onu çok özlediğini ve onu çok sevdiğini anlar. Bunun üzerine baba kız
barışırlar. Babası kızını diğer kızının olduğu köye yerleştirir ve sık sık
ziyaret eder. Tekrar mutlu bir aile olarak hayatlarına devam ederler.
Hikâye yorumum;
Bu hikâyenin
de ismi hikâyeyi okuduktan sonra anlamlı hale geliyor. Bu hikâyede, ne yaşamış
olursak olalım yapmamız gereken şey, içimizdeki sevgiyi dışarı çıkartmak
olduğunu belirtir. Sevgiyi dışarı çıkartmamızla beraber asıl ve kalıcı
mutluluğa ulaşmamızın gerçekleşeceği anlatılır.
Tolstoy’un bu farklı hikâyelerini ortak paydada
bulduğum kitap, Panama Yayıncılık’ın “İnsan Ne ile Yaşar” kitabıdır.
İncelemenin Sahibi: Esra Nur
Dağcı
“Herkes
dünyayı değiştirmeyi düşünür, ama kimse kendini değiştirmeyi düşünmez.”
“Sadelik, iyilik ve
doğruluğun olmadığı yerde, büyüklük de yoktur.”
Bir hikayeyi Tolstoy yazar da güzel olmaz mı... Zaman zaman açıp tekrar okuyorum, özellikle "İnsana Ne Kadar Toprak Gerek" hikayesi çok güzel. Çok güzel yazmışsınız
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum güzel yorumunuz için. Tolstoy benim için de dönüp dönüp okuyacağım bir yazar :)
Sil